بسم
الله الرحمن الرحيم
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
GİRİŞ
Tarihte kimi insanlar vardır ki; “yaşatmak için yaşamak”
uğruna kendilerini Allah yolunda kurban ederler. Onlar aslında tüm insanlığın
huzur ve mutluluğu için zalimin karşısına çıkar ve yaptıkları zulümlere dur
demek ve durdurmak için kendi canlarını kurban ederler.
Bu tür insanların yanında bazen az bazen çok kişi kümelenir
ancak maalesef zorluk karşısında adeta onu yalnızlığa mahkûm ederler. Onların
davalarına inançları tam olduğundan davalarından bir an olsun geri durmazlar.
Kendi canlarını davaları uğruna kurban vermeyi göze almış bu
yiğit insanlar tarihe adlarını altın harflerle yazdırıp unutulmayanlar arasında
yerlerini aldılar.
Aslında İslam’ın ilk dönemlerinden günümüze baktığımızda
İslam davasında şöyle bir gerçeğe şahit oluruz: “İslam, kurban olmak ve kurban
vermek” demektir.
Ne mutlu kurban olanlara. İşte Abdullah b. Zübeyr’de -Allah’u
Teala ondan razı olsun- İslam’a kurban olanlardan sadece biridir.
HAYATI
Medine’ye hicretten (622) 20 ay sonra veya birinci senede
muhacirlerden “ilk önce dünyaya gelen çocuk” olan Abdullah İbni Zübeyr’in
annesi ve babası sahabedir. Babası Aşere-i Mübeşşere’den Zübeyr b. Avvâm -Allah’u
Teala ondan razı olsun-, annesi Hz. Ebu Bekir’in -Allah’u Teala ondan
razı olsun- kızı Esma’dır -Allah’u Teala ondan razı olsun-.
Babası onun hakkında; “İnsanlardan Ebu Bekir es-Sıddık’a en
çok benzeyeni” demiştir.
Hz. Ömer -Allah’u Teala ondan razı olsun- zamanında
gençlik yıllarına giren Abdullah -Allah’u Teala ondan razı olsun-, h.14
(m.638) senesinde on iki yaşlarında iken babası ile Yermük Savaşı’na katıldı.
Yine dört sene sonra h.18 (m.639) de babası ile birlikte Amr
b. As’ın -Allah’u Teala ondan razı olsun- komutanlığında Mısır’ın
fethine katıldı.
H.29 (m.649) senesinde Afrika’da Abdullah İbni Sa’d ile
Tunus harbine katıldı. Bu savaşta 120.000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 20.000
kişilik İslam ordusu arasında yerini aldı. Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u
Teala ondan razı olsun- bu savaşta birkaç mücahit arkadaşı ile Bizans
ordusu kumandanı Roma asilzadesi Gregorius’u öldürdü. Gregorius’un
öldürülmesinden sonra düşman kuvvetleri bozularak Müslümanların zafer
kazanmasında büyük rol oynadı.
Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun-, İfrîkıyye’nin
fethinden döndükten sonra Hz. Osman’ın -Allah’u Teala ondan razı olsun- huzuruna
gidip ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hz. Osman -Allah’u Teala
ondan razı olsun- mescitte ayağa kalkıp, cemaate şöyle hitap etti:
“Ey Müminler! Allah’u Teala İfrîkıyye’nin fethini nasip
ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah İbni Zübeyr’dir. Şimdi size İfrîkıyye’nin
fethini anlatacaktır.” Bunun üzerine Abdullah İbni Zübeyr, minberin yanında
olduğu yerden ayağa kalkıp, cemaate İfrîkıyye’nin fethinin nasıl
gerçekleştiğini anlatmaya başladı:
“Ey Müminler! Kalplerimizi birleştiren, birbirimizi
sevdiren ve nimetleri asla inkâr olunamayan, Allah’u Teala’ya, bildirdiği
şekilde hamd olsun. Yine Allah’u Teala’ya hamd olsun ki, Muhammed’i -Allah’u
Teala’nın selamı onun üzerine olsun- seçip, vahyini O’na emanet etti. Kur’an’ı
Kerim’i gönderdi.
Ey insanlar! Allah’u Teala size merhamet eylesin! Biz,
bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihada çıkmıştık. Emiru’l Müminin’in
tavsiyelerine ve emirlerine titizlik ile uyan bir vali ile beraber idik. Sabah,
akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu.
Geceleyin yola devam edip kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve
bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk. İfrîkıyye’ye varıncaya kadar
Rabbimizin ihsan buyurduğu en güzel hal üzere yolumuza devam ettik. Nihayet at
kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk.
Birkaç gün orada ikamet ettik. Bu sırada atlarımızı istirahate bıraktık.
Silahlarımızı harbe hazırladık. Sonra İfrîkiyyelileri İslam’a davet ettik fakat
onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine sulh ve zillet içinde
kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklifimize ise hiç yanaşmadılar.
Onların karşısında on üç gece bekledik. Bu arada
elçilerimiz gidip geldi. Nihayet tekliflerimizi kabul etmeyeceklerine iyice
kanaat getirince, komutanımız kalkıp Allah’u Teala’ya hamd ve sena etti. Sonra
cihadın faziletini anlattı. Sabredip Allah için cihad edenlerin kavuşacakları
sevaptan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücum edip savaşa başladık.
Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir
muharebe oldu. İki tarafta çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü
gibi, bizden de pek çok kimse şehit düştü. O gece her iki taraf da savaş
meydanlarında geceledi.
Bir Müslümanların bulunduğu yerden Kur’an’ı Kerim
okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde
geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman
üzerine hücum ettik.
Allah’u Teala bize sabır, yardım ve zafer ihsan etti.
İkinci gün akşama doğru Allah’u Teala bize İfrîkiyye’yi fethetmeyi nasip etti.
Pek çok ganimet elde ettik.
Ey Allah’ın kulları! Verdiği nimetlerden dolayı ve
düşmanlarımıza indirdiği azaptan dolayı Allah’u Teala’ya hamd ederiz.”
Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun-, sahabenin
tefsir, hadis ve fıkıh alimlerindendir. Küçük yaşından beri cennetle müjdelenen
babasının yanında cihada katılan Abdullah İbni Zübeyr, kahramanlık ve
cesaretiyle birlikte ibadete düşkünlüğü ile bilinirdi.
Resûlullah’a -Allah’u Teala’nın selamı onun üzerine olsun-
Habeşistan hükümdarı Necaşi’nin hediye ettiği “harbe (kısa mızrak)”
Resûlullah’ın -Allah’u Teala’nın selamı onun üzerine olsun- vefatından
sonra dört halifeye daha sonra Abdullah İbni Zübeyr’in eline geçti. Abdullah da
bu harbeyi her zaman komutan asası gibi yanında taşır, namaz kılarken sütre
olarak önüne koyardı. Şehit oluncaya kadar onu yanından ayırmadı.
EMEVİLER DÖNEMİ VE HİLAFET İLANI
Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun-, Yezid’e
biat etmeyen Hz. Hüseyin’in Kerbela’da aile efradı ile birlikte şehit edilişi
ve Yezid b. Muaviye’ye biat konusu umuma arz edildiği zaman bazı sahabeler gibi
tepki göstererek “dini ifsat eden, masiyet işleyen” birine itaat edilmeyeceğini
belirtiyordu.
Onun bu görüşünü destekleyen Mekke ve Medineli halkın onu
desteklemesi sonucu “Emiru’l Müminin” unvanıyla hilafetini duyurdu. Kendisine
Mekke, Medine ve Hicaz halkı tarafından biat edildi.
Daha sonra hilafet alanını Arabistan’ın Güney bölgeleri, Irak, Suriye’nin büyük kısmı, Mısır’ın bir kısmı olmak üzere genişletti.
HARRE VE MEKKE KUŞATMASI OLAYI
Abdullah İbni Zübeyr’i destekleyenlerin artması üzerine
Yezid, 10.000 kişilik Suriyelilerden oluşan bir orduyu Müslim b. Ukbe el-Murri
komutasında Mekke ve Medine üzerine gönderdi. Bu ordu ile Abdullah İbni
Zübeyr’in ordusu Medine’nin kuzeydoğusunda bulunan el-Harre’de muharebeye
giriştiler. “Harne olayı” olarak bilinen bu savaş kısa ve çok kanlı oldu.
Medineli bazı sahabeler bu savaşta şehit oldu.
Savaş sonunda Medineliler yenilip şehirlerine geri çekildiler.
Yezid’in gönderdiği ordu Medine’ye girip şehit ahalisine zulmettiler ve üç gün
boyunca şehri yağmaladılar.
Suriye ordusu kumandanı Muslim b. Ukbe el-Murri bu arada
hastalanıp öldü. Onun yerine ordunun başına geçen Hüseyin b. Numeir es-Sakûni,
Mekke şehrini kuşatma altına aldı. Üç ay kadar süren bu kuşatma sırasında şehri
çevreleyen tepelerden mancınıklar kullanarak şehre büyük taşlar atmaya
başladılar ve mancınıklardan atılan bu taşlarla Kâbe zarar gördü ve Kâbe’nin
örtüsü yandı. Tam bu sırada Yezid’in ölüm haberi gelince de Emevi askeri
kuvvetleri kuşatmayı kaldırarak Şam’a dönmek durumunda kaldı.
1. Yezid’den sonra tahta geçen 2. Muaviye sadece 40 gün
hükümdarlık yaptıktan sonra hükümdarlık yapmayacağını söyleyerek bu işten
feragat etti.
2. Muaviye’den sonra Emeviler hükümdarlığı Mervan’ın soyuyla
devam etti ve başa geçen 1. Mervan hüküm sürdüğü kısa sürede (684-685) Mısır ve
Suriye’yi hakimiyeti altına aldı.
HARİCİLER İLE TARTIŞMASI
Bir gün hak yoldan ayrılan Haricilerden bir grup, Abdullah
İbni Zübeyr’in -Allah’u Teala ondan razı olsun- yanına gelerek şöyle
dediler:
“Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, yani
bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Eğer böyle değilse, seni bu
itikadını bırakmaya davet ederiz.”
Sonra da şöyle sordular: “Şeyheyn, (yani; Hz. Ebu Bekir
ve Hz. Ömer) hakkında ne dersin?”
Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun-
“Onlar hakkında sadece hayır söylerim.”
Hariciler bunun üzerine, “Peki Osman hakkında ne
diyorsun?” diye sordular. Sonra da Hz. Osman’ın şanına layık olmayan
ithamlarda bulundular. Daha sonra babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri
konuştular.
Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u
Teala ondan razı olsun- dedi ki: “Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız,
asla doğru değildir. Çünkü Allah’u Teala, Musa -Allah’ın selamı onun üzerine
olsun- ile kardeşi Harun’u en azılı kafirlerden olup ilahlık davasında bulunan
Firavun’a gönderirken gayet yumuşak konuşmalarını emretti.” (Bkz. Ta-ha,
20/44)
Resûlullah -Allah’u Teala’nın selamı onun üzerine olsun- bir
hadiste şöyle buyurmaktadır: “Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak
suretiyle dirilere eziyet etmeyiniz.!” (İbn Sa’d ve Hâkim. Bu lafız İbn
Sa’d’a aittir.)
Bunun için Rasulullah Efendimiz, İkrime b. Ebu Cehil’e
eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebu Cehil’e sövmeyi, lanet etmeyi
yasaklamıştır. Halbuki Ebu Cehil Allah’u Teala’nın ve Rasulü’nün düşmanı idi.
Hicretten önce Rasulullah Efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra
da savaşta bulunmuştu.
Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günah olarak ona
kâfi idi, Kâfir olduğu hâlde lanetlenmesine izin verilmemesi, babama, arkadaşı
Hz. Talha’ya ve diğer sahabelere söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için
yeterli bir sebeptir.”
(Bu makul sözlere verecek cevap bulamayan Hariciler yanından
ayrıldılar.)
Hariciler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u
Teala ondan razı olsun- yüksekçe bir yere oturdu. Allah’u Teala’ya hamd ve
Rasulü’ne salat ve selam getirdi. Sonra Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’den çok güzel
bahsetti. Hz. Osman’ın hilafetiyle ilgili olarak da şunları söyledi: “Hz. Osman
b. Affan’ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiçbir kimse yoktur. Hakem b.
As’ı Rasulullah Efendimizin mübarek izinleri ile Medine-i Münevvere’ye kabul etmiştir.
Yaptığı işlerde faydalar var idi.”
Daha sonra Abdullah İbni Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip
getirdiği ve içinde bazı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu onun
yazmadığını belirtip şöyle dedi: “Bunu Hz. Osman yazmadı. Dilerseniz onun
yazdığına dair delillerinizi getiriniz. Delilleriniz yoksa ben size onun
yazmadığına yemin edeyim. Hz. Osman, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi Müminlerin
emiridir. Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam (Zübeyr)
ve arkadaşı Hz. Talha, Rasulullah Efendimizin iki sahabesidir.
Hz. Talha’nın Uhud muharebesinde parmağı kopunca, Rasulullah
Efendimiz: “Parmağı Talha’dan önce Cennet’e girdi” ve “Talha,
Cennet’e girmesine vesile olacak bir iş yaptı” buyurdu. (İbn Sa’d, Tabakat,
3:217-220)
Babam Zübeyr b. Avvam’a gelince o, Rasulullah Efendimizin
havarisidir. Rasulullah Efendimiz, onu bu sıfatla zikretmiş ve Talha ile
beraber cennetlik olduğunu bildirmiştir. Nitekim Allah’u Teala Kur’an’ı
Kerim’de mealen şöyle buyurdu: “Sana, ağaç altında ellerini uzatarak söz
verenlerden Allah razı oldu…” (Fetih, 48/18)
Ayrıca onların Allah’u Teala’nın Rasulü’nün gazabına
uğradıklarına dair bir haber bize ulaşmadı” dedi.
Abdullah İbni Zübeyr’i -Allah’u Teala ondan razı olsun- destekleyen
Hariciler bu fikirlerinden dolayı Abdullah İbni Zübeyr’in -Allah’u Teala
ondan razı olsun- hakimiyetinden ayrılıp Basra’da isyan çıkarmaları ile
birlikte Abdullah’ın hakimiyeti Hicaz bölgesine sıkıştı.
ŞEHADETİ
685 senesinde Emevi tahta geçen Abdulmelik b. Mervan (ö.?)
ile Abdullah -Allah’u Teala ondan razı olsun- arasında 7 yıl süren
mücadelenin ardından Abdulmelik, Haccac b. Yusuf es-Sakafi’yi (ö.95/714) 2000
kişilik bir orduyla Mekke üzerine gönderdi. (Ocak 692)
Haccac, 5000 kişilik destek gücünü de alarak 7000 kişilik
orduyla Mekke’ye saldırdı. Hacc ayları olduğundan hacı adayları her tarafından
Mekke’ye gelmeye başladı. Haccac, Müslümanları o sene Mekke’ye sokmadığı için
Müslümanlar hac yapamadı. Hac mevsiminde Kâbe’yi mancınıklarla taşa tutturdu.
Kuşatma uzayınca Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun- ve
taraftarları yiyecek sıkıntısıyla karşılaştı. Bunun üzerine Haccac, teslim
olanlara eman vereceğini söyledi. Taraftarlarından çoğu onun eman vermesine
inanarak Abdullah İbni Zübeyr’i -Allah’u Teala ondan razı olsun- yalnız
bıraktı. Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan razı olsun- ise
azalan ordusu ile mücadelesine devam etti.
Haccac, kurdurduğu mancınıklarla Mekke’yi ateş ve taş
yağmuruna tutmaya devam edince, atılan ateşlerden biri Kâbe’ye isabet etti ve
Kâbe yanmaya başladı. Bu sırada Cenabı Hak tarafından yağan yağmur ateşi
söndürdü. Bu olayı gören Haccac’ın askerleri, Kur’an’ın Fil suresini hatırlayıp
muhasaradan vazgeçmek istedilerse de Haccac buna müsaade etmedi.
Bir gün sonra Abdullah İbni Zübeyr -Allah’u Teala ondan
razı olsun- Makam denilen yerde iki rekât namaz kıldıktan sonra yeniden
harbe girdi. Mancınıktan atılan bir taşla yaralandı. Kanlar içinde kıvranırken
Abdulmelik b. Mervan’ın adamları üzerine atılarak onu şehit ettiler. Şehit
ettikten sonra da başını gövdesinden ayırdılar. (1 Ekim 692)
Abdullah İbni Zübeyr’in -Allah’u Teala ondan razı olsun- 9
yıl süren halifeliği şehadetiyle sona ermiştir. Haccac, şehit edildikten sonra
Abdullah’ın kesik başını Mekke’de günlerce teşhir etmiştir.
Şehit Annesinin Metaneti
Bir gün Hz. Esma’nın -Allah’u Teala ondan razı olsun- yanına
gelen Haccac: “Abdullah’ı nasıl mağlup ettiğimi gördün mü?” diye, istihza
yoluyla (alaylı) bir sual sorması üzerine Hz. Esma -Allah’u Teala ondan razı
olsun-:
“Hayır! Vallahi mağlup olan o değil, sensin. Sen onun
dünyasını kaybettirdin, o da senin ahiretini. Ben Rasulullah’tan Sakif
kabilesinden iki şerir (çok kötü) adamın çıkacağını işitmiştim. Yalancı olanın
Muhtar es-Sekafî olduğunu gördük. Müfsid (fesatçı) olanın da sen olduğundan
artık şüphem kalmadı” dedi.
ŞEHADETİNDEN 10 GÜN ÖNCE MUHAREBE
SIRASINDA ANNEDEN OĞLUNA NASİHAT
Mekke’nin kuşatma altında olduğu ve savaşın şiddetlendiği
bir ara âmâ olan annesi Hz. Esma’yı ziyaret edip, duasını almak kastı ile
annesinin huzuruna giren Abdullah’ın, helalleşmek istediği annesi ile arasında
şöyle bir diyalog geçer:
“Oğlum! Ben senin ya zafere kavuşup Müslümanları
kurtardığını yahut da inandığın davada şehit olduğunu işitmek istiyorum! Sen
hak yolunda şehit olmalısın yahut da davanı zafere ulaştırıncaya kadar devam
etmelisin. Huzur-u ilahi de bir mücahit annesi olmakla iftihar etmeliyim…”
Abdullah annesine söz vererek Mekke civarındaki karargâhına
döndüğü sırada ordusunun dağıldığını, Zübeyr adındaki bir oğlundan başka
kimsenin kalmadığını gördüğünde tekrar annesinin yanına gelen Abdullah İbn
Zübeyr şöyle konuştu: “Anneciğim! Ordum dağıldı, yanımda sebat edip kalanların
da bir saatlik dayanma kuvveti kaldı. Bununla beraber düşmana teslim olursam,
istediğim kadar dünyalık verilecek ve serbest bırakılacağım. Bu hususta reyin
(görüşün) nedir?”
Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma -Allah’u Teala ondan razı
olsun- ise bu sözler karşısında oğluna şöyle dedi: “Oğlum! Senin için
düşünülecek tek nokta vardır: Sen hakta mısın batılda mısın? Mühim olan budur!
Hakka hizmet ettiğine inanıyorsan, tereddüt ve vesveseleri bir tarafa iterek
bütün himmetinle (gayretinle) yoluna devam et. Eğer şimdiye kadar olan
mücadelende dünyayı kast etmiş isen, senden fena (kötü) bir evlat, benden de
bedbaht bir anne yok demektir. O takdirde hem kendini hem de seninle çarpışan
bunca şehitleri heder etmişsin (boşa öldürtmüşsün) demektir.”
Hz. Esma -Allah’u Teala ondan razı olsun- devamla
oğluna şöyle dedi: “Eğer arkadaşların çekildiği için sana da davadan vazgeçip
teslim olma fikri geliyorsa, şunu iyi bil ki Ebu Bekir’in kızı böyle düşünen
bir Müslüman gencin annesi olmakla utanır ve bir mücahide de bu fikri
yakıştırmaz…”
Abdullah: “Anneciğim! Beni yakaladıktan sonra müsle (kulak,
burun kesmek) yapacaklar” demesi üzerine Hz. Esma, oğluna şu tarihi nasihatleri
verdi: “Evladım! Kesilen koyun asılmakla, soyulmakla ızdırap duymaz. İzzetle
mücadele ederek maruz kalacağın kılıç darbesi, zilletle yaşamak için maruz
kalacağın bir kamçı darbesinden daha hayırlıdır. Sakın ölümden korkup da sana
zillet verecek bir şekle razı olma!”
Abdullah, annesinin sözlerine olduğu gibi itaat edip şehit
oluncaya kadar mücadele edeceğine söz vererek, vedalaşmak üzere âmâ annesini
kucaklarken sırtındaki zırhın dikenlerine elleri dokunan Esma: “Bu ne hal?...
Bu senin istediğini isteyenin hali değil” diye çıkışınca;
Abdullah: “Bugün son günümdür. Sana metanet-i kalp vermek
için giymiştim bu zırhı” dediğinde, annesi: “Hayır böylesi şey bana metanet
vermez” diye itiraz etmesi üzerine onu da çıkararak, o gün şehit oluncaya kadar
Haccac’ın askerlerine karşı savaştı.
(Tarihe İz Bırakan Öncü Şahsiyetler; Cihan Malay, Nebevi Hayat Yayınları; sf.14-24)