Vizigotlar
iç savaşın eşiğindeydiler. Roderik darbe yoluyla ülkenin başına geçmişti ve
ülkeyi elinde tutamıyordu. Güneyde ise Emeviler iyice topraklarını
genişletmişler, Tarık b. Ziyad ve Musa b. Nusayr liderliğinde Kuzey Afrika’yı
tamamen fethetmişlerdi.
İslam’ın
üçüncü halifesi Osman b. Affan’a atfedilen bir düşünceye göre: İstanbul’un
fethi ancak İspanya’nın fethi ile mümkün olacaktır. Eğer İspanya fethedilir ise
İstanbul’u fethedenlerle aynı ödül (sevap) paylaşılacaktır.[1]
Hem bu
düşünce hem de Vizigot Krallığı’ndaki iç karışıklar İber Yarımadası’nın fethini
celp etmişti.
Emevi
Devleti’nin Kuzey Afrika valisi olan Musa b. Nusayr’ın emriyle Tarık b. Ziyad 711
yılında 7.000 askeriyle İber Yarımadası’na doğru yola çıktı. Artık Vizigot
Kralı Roderik ile Emevi Devleti komutanı Tarık b. Ziyad Guadalete Savaşı’nda
kozlarını paylaşacaklardı.
Vizigot
Krallığı, Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerine inşa edilen en büyük
devletti. Bu devlet tek bir krala bağlı elit aileler tarafından yönetiliyordu.
7.yüzyıla gelindiğinde bu aileler güç elde etmek için birbirleriyle savaşmaya
başladılar.
Kral
Vittiza, kraliyet tahtına tek başına hâkim olmak istiyordu. Roderik, Kral
Vittiza’yı öldürerek kraliyet tahtına geçti. Güneyliler Roderik’in krallığını kabul
etse de kuzeyden isyan sesleri yükseldi ve bu isyanı Vittiza’nın oğlu Achila
yönetti.
Emeviler ise
705 yılında Kuzeybatı Afrika’ya Musa b. Nusayr’ı vali olarak atadılar. Musa,
oradaki Berberiler ile iyi geçindi ve başarılı bir politika sürdürdü. Bu sayede
Berberiler hızlıca Müslüman oldular.
Musa’nın
önünde toprakları genişletmek ve din ile adaleti daha fazla dünyaya yaymak için
iki seçenek duruyordu. Ya Sahra Çölü’nü geçecekti ya da Calpe Boğazı’nı
(Cebelitarık Boğazı) geçerek İber Yarımadası’na girecekti. Musa b. Nusayr, İber
Yarımadası’na girmeyi tercih etti.
Fakat, Emevi
Devleti’nin donanma sayısı fazla değildi bundan dolayı Musa b. Nusayr’ın
emrinde de fazla bir gemi donanması bulunmamaktaydı.
Vizigotlar
taht savaşı içindeyken Musa, Tarık b. Ziyad’a 7.000 kişilik bir ordu verdi ve
savaş planını anlattı.
Tarık b.
Ziyad, Emevilerin yönetimindeki Ceuta’nın kontu Jullen’den gemileri alacaktı.
Jullen, Vizigot Kralı Roderik’e öfkeliydi.
Jullen,
büyük bir ticaret filosuna sahipti ve kolayca gemileri temin etti. Emevi ordusu
böylece boğazı rahat bir şekilde geçti.
Tarihin
Şahitlik Ettiği Müthiş Motivasyon
Tarık b.
Ziyad, komutasındaki askerleri karaya çıkarttıktan sonra askerlerin içinde bir
huzursuzluğun ve korkunun meydana geldiğini gördü. Çünkü askerlerin arkasında
koca bir boğaz, önlerinde ise kendilerinden sayı bakımından oldukça üstün bir
ordu bulunuyordu.
Fakat
savaşmaktan başka bir yolu bulunmayan asker Allah’tan başka hiçbir şeyden
korkmazdı. Bundan dolayı Tarık b. Ziyad gemilerin yakılmasına dair emir[2]
verdi ve şöyle dedi: “Askerlerim! Arkanızda koca bir boğaz, önünüzde ise düşman
ordusu. Ya kaçarak suda boğulursunuz ya da savaşarak şehit olur veya buranın
fethine mazhar olursunuz.”
Bu müthiş
motivasyon konuşmasından sonra Emevi ordusunun öncü birlikleri kuzeydeki
bölgeleri fethetmeye başladı. Musa b. Nusayr, Tarık’ın ve ordusunun bu
ilerleyişinden memnun kaldı ve 5.000 kişilik ek askeri birlik gönderdi.
Tabi daha
Roderik’in, topraklarında Emevi askerlerinin dolaştığından haberi yoktu. Haberi
alınca asker sayısının yetersizliğinden dolayı öldürdüğü eski kral Vittiza’nın
oğlu Achila ile anlaşma yaptı. Achila bu anlaşmayı kabul etti.
Roderik,
Emevi İslam ordusundan çok korkmuş olmalı ki krallıkta eli silah tutan herkesi
orduya aldı hatta küçük çocukları bile! Bununla birlikte Vizigotlar’ın
kalelerinde büyük bir köle nüfusu bulunuyordu. Roderik ordusunun çoğunluğunu bu
kölelerden oluşturdu ama savaş tecrübesi olmayan bu köleleri sadece yem olarak
kullanacaktı.
Tarık b.
Ziyad, kendisiyle savaşmaya gelen Vizigot ordusunun haberini alınca ordusunu
savaş için en iyi yere konuşlandırmayı planladı ve bunun için savaşa da ismini
veren “Guadalete Nehri” nin arka tarafını seçti.
İki ordu
arasında bir hafta boyunca çarpışmalar yaşandı. Artık Roderik ordusunun tamamıyla
saldırma kararı almıştı.
Roderik,
ordusunun tamamıyla Emevi ordusunun merkezine saldırmaya başladı ve hücumun
baskısını arttırdı. Fakat Allah’u Teala hiçbir savaşta kendisi uğrunda
çarpışanları yalnız bırakmadığı gibi bu savaşta da yalnız bırakmadı. Roderik,
savaşı kazandığını düşündüğü esnada anlaşma yaptığı Achila anlaşmayı bozarak
ordusunu geri çekti ve böylece Roderik ordusunun 3/2 sini kaybetmiş oldu.
Tarık b.
Ziyad bu durumu fark eder etmez süvarileri ile birlikte Vizigotlar’ın arkasını
çevirdi. Roderik savaşı kaybettiğini anladı ve artık kaçmaktan başka çaresinin
olmadığının farkındaydı. Yalnız kaçmaya çalışırken bir darbe alarak atından
düştü ve öldü.
Seferin
sonunda İber Yarımadası tamamen fethedildi ve Endülüs Emevi Devleti kuruldu.
Vizigotlar hatta Avrupa’nın bir kısmı yüzlerce yıl Müslümanlar tarafından
yönetildiler. Medeniyeti ve bilimi Müslümanlar, bu cahil topluluğa öğreterek
belki de dünyanın daha pis bir şekilde yönetilmesine bir nebze de olsa engel
oldular. Tarık b. Ziyad ise İslam’ı Avrupa’ya taşıyan Müslüman bir komutan
olarak tarihe geçti.
Son olarak
Müslümanların fetihleri ile alakalı bir noktaya değinmek isterim; Nebraska
Üniversitesi’nden tarihçi Jessica Coope’ye göre, Modern öncesi Müslüman
fetihleri Hristiyanlaştırma gibi değildi çünkü Hristiyanlaştırma
“anlaşmalı teslimiyetin bir parçası olarak herkesin üstüne empoze ediliyordu ve
bu yüzden modern dini inanışlardaki kişisel inanç öğesine sahip değildi.” Buna
karşın dar el-Harb[3] tüm
nüfusu İslam’a dönüştürme hedefi ile değil, herkesin İslami yönetim altında
daha iyi yaşayacağı inancıyla motive oluyordu.[4]
Yani Müslümanlar bir bölgeyi tarih boyunca asla bugün modern görünen Avrupalılar gibi işgal ederek oranın etnik, dini ve sosyokültürel değerlerini asla değiştirmemişlerdir. Müslümanların zaferlerine fetih denir yani imara, bilime, ilime, adalete açmak anlamına gelir.
Düzenli olarak ücretsiz bir şekilde her hafta bu köşemizden bildirim almak istiyorsanız lütfen -> Form <- u doldurunuz.
[1] Hz.
Osman b. Affan’a atfedilen bu görüşü bizlere büyük İslam tarihçisi el-Taberi
aktarmaktadır.
[2] Bazı
kaynaklara göre gemi donanmasının tamamı bazı kaynaklara göre ise bir kısmı
yakılmıştır.
[3] Dar
el-Harb: İslam’ın kanunları ile yönetilmeyen ve İslam’ın kanunları ile
yönetilmesi için çaba harcanan bölgelere verilen isimdir. Harp (savaş) yeri,
mekânı anlamına gelir.
[4] The Most
Noble of People: Religious, Ethnic, and Gender Identity in Muslim Spain.
University of Michigan Press, 2017, Sf.32