Kıymetli okuyucum, merhaba!
Bugün seninle yapacağım sohbette, Marcus Aurelius’un bir
sözünü tartışacağım.
Marcus Aurelius şöyle söylemektedir: “Eğer insanlar,
gerçekte oldukları gibi görünselerdi, hiçbir şey değişmezdi.”
Bu cümleden ne anladığın şimdilik sen de kalsın. Benim
anlamış olduklarımı okuduktan sonra kendininkileri ile birlikte benim
düşüncelerimi kıyaslarsın.
Bugün önce kendimize, sonrasında ise çevremize baktığımızda, olduğumuzdan farklı göründüğümüzü sen de göreceksindir, belki de çoktan görmektesindir.
Hepimiz insancılız, hayvan severiz, hukukçuyuz, dinciyiz, tarihçiyiz, ekonomistiz. Bilgimizin olmadığı bir alan yok. Dil bu ya konuşur, insan bu ya düşünmez.
Peki her şey hakkında bu kadar bilgi sahibiyken, bu kadar
iyiliksever, medeni iken neden yanlışların, kötülüklerin çok olduğu bir
toplumdayız?
Şimdi önce kendimize sonrasında ise dışarıdaki insanlara
“Siz kötü müsünüz, yalan konuşur musunuz, hırsızlık yapar mısınız, bir cana
kıyar mısınız, kadını, çocuğu darp eder misiniz?” diye soracak olursan kendimiz
de dahil hiç kimse evet demeyecek aksine böyle bir soru sorduğumuz için bize
kızacak, tepki gösterecektir.
Peki durum böyleyken, bu kötü fiilleri kimse yapmayı kabul
etmezken, kim yapıyor bu fiilleri? Özne, gizli özne mi?
Tabii ki de gizli özne değil, özne çok açık ortada, kaç yüzü
olduğu belli olmayan, bukalemun gibi kılık değiştiren insan, yani bizler.
Shakespeare’in dediği gibi: “Birçok insanın ağzında Tanrı,
kalbinde ise dünya vardır.”
Birçok insan; hacı, hoca, medeni, çağdaş, modern,
cumhuriyetçi görünür, fakat bu görünümün amacı kalpte yatan kötülükleri
saklamak içindir.
Bizler, giyimin, kuşamın, saçın, sakalın, hayat tarzının,
yaşam biçiminin bizi iyi bir insan yapacağını düşünüyoruz. Fakat hayatın bize
öğrettiği bir hakikat var ki görüntüde olan görünüşte kalır. Önemli olan
görünenin kalbe sirayet etmesidir. Kalbe sirayet etmeyen her görünüş bizi de
iki yüzlü yapacaktır ve Marcus’un söylediği gibi iki yüzlü kaldığımız müddetçe
de çevremizde değişiklikler devam edecektir.
Sorunun kaynağı bizleriz, bunca kötülüğün sebebi olduğundan
farklı görünmeye çalışan çabalayan, kendisine insan denilen varlıktır.
Aklından şu düşünce geçebilir: “Bizler insanız, robot
değiliz. %100 doğru olmamız mümkün değil!”
Bu düşüncen de dışarıdan bakılınca haklısın, fakat biraz
düşünürsek bu düşüncenin çok gereksiz olduğunu fark edeceksin. Neden mi?
Ben sana desem ki, “Evini temizliyor musun?” Bana cevabın ne
olur? Tabii ki temizliyorum, kirin, pisliğin içinde mi yaşayacağım? Ben de sana
desem ki, “Ne gerek var temizliğe, evin en fazla 1 gün temiz kalacak sonrasında
yine kirlenecek.” Söylediğim bu söz sence mantıklı olur mu? Elbette olmaz.
İşte senin düşüncen de bu söze benzer. Evet, biz insanız.
Hatamız, yanlışımız olacaktır, fakat bu yanlışların aynı evde çoğalan kirin
çoğalmaması için nasıl temizlik yapılıyorsa öyle temizlik yapılarak azaltılması
gerekir. Nasılsa biz insanız, hatamız, yanlışımız olacaktır deyip de kendimizi
düzeltmememiz doğru olmaz. Bugün yaptığımız ufak bir yanlış, yarın büyük
kötülüklere sebep olabilir.
Şayet bizler çevremizin, ülkemizin her gün kötü bir şekilde
değişmesini istemiyorsak o hâlde göründüğümüz, konuştuğumuz gibi iyi insanlar,
medeni, çağdaş varlıklar olmamız gerekiyor.
Görünüş değişir, bir gün ummadığınız anda bir yağmur yağar
ve üzerinizdeki tatlılığı götürür, altındaki zehri ortaya çıkarır. Bundan dolayı
dışımızı düzeltmeden önce içimizi düzeltmemiz gerekir.
Kalp, insanın pusulasıdır. O bozuk olursa, yanlış yeri
gösterirse insan da bozulur, yanlış yerlere, hatalara gider.
Son olarak söylemek istediğim şu ki şayet güzelliklere şahit
olmak istiyorsak, çevremiz, ülkemiz güzelleşsin istiyorsak görünürde bizi biz
yapan tüm sahte yüzlerimizi bir kenara bırakmalıyız. Görünüşte sadece biz
kaldığımız vakit, aynada artık kendimizi görürüz ve yanlışlarımızı düzeltmek
için çabalarız.
Benim düşüncelerimi buraya kadar okuduğun için teşekkür
ederim, senin düşüncelerini de sosyal medya hesaplarımdan veya yorum kısmından
yapacağın geri dönüşlerle öğrenmek isterim. Bir sonraki yazımda görüşmek üzere,
sağlıcakla kal, hoşça kal.
(Yazarın bu metni, Emre Karakaya ile Derin Düşünceler isimli podcast programından alınmıştır. Bu metni ve diğer podcast bölümlerini dinlemek için buraya tıklayınız.)